K Sözlüğü (Deyim)

21 Şubat 2009 tarihinde tarafından eklendi.

Kendini dev aynasında görmek : Kendisinin çok büyük bir adam ol­duğunu sanmak.
Kendini dinlemek: Rahatsız olup olmadığını düşünerek tedirgin ol­mak.
Kendini dirhem dirhem satmak : Nazlı davranmak. (Kars. Ağırdan ol­mak.)
Kendini ele vermek : Bir davranış ya da sözüyle suçlu olduğunu gös­termek.
Kendini fasulye gibi bir nimetten saymak : Kendini önemli biriymiş gibi görmek.
Kendini göstermek : -1. (Bir kimse) Yeteneklerini ortaya koymak. -2.(Bir şey) Ortaya çıkmak, meydana gelmek.
Kendini hissettirmek : Varlığı belirtmek.
Kendini kaptırmak (bir şeye) : -1. Birşeyin etkisinden kendini kurtara-
mamak. -2. Giriştiği bir işe bütünüyle kendini vermek.
Kendini kaybetmek : -1. Bayılmak, bilincini yitirmek. -2. Öfkesinden ne yaptığını bilememek.
Kendini kapıp koyuvermek : -1. Karamsar olmak. -2. Üstüne başına Özen göstermez olmak.
Kendini naza çekmek : bk. Naza çekmek.
Kendini paralamak : Bir işi zamanında ve iyi biçimde yapmak için ola­ğanüstü çaba harcamak. Kendini sıkmak : -1. Vücudunu gergin duruma getirmek. -2. Bir İş için
gücünü, yeteneklerini zorlamak.
Kendini toplamak (toparlamak) : -1. Sağlık, geçim vb. durumu düzelt­mek. -2. Dikkatini ilgilendiği konu üzerinde yoğunlaştırmak.
Kendini tutmak : Herhangi bir tehlikeli ya da çekici durum, şey karşı­sında kendine hâkim olmak, dayanmak, sabretmek.
Kendini vermek (vurmak) (bir şeye): -1. Uğraştığı bir İşe bütünüyle bağlanmak. -2. Bir şeyi yapmayı alışkanlık haline getirmek
Kendi payıma : “Benim düşünceme göre.’ anlamında.
Kendi yağıyla kavrulmak : Hiç kimseden yardım almadan, kendi ge­reksinimlerini karşılamaya çalışmak
Kerahet vakti: (Aksamalar arasında) İçkiye başlama zamanı.
Kesenin ağzını açmak: Para harcamaya başlamak.
Kesenize bereket: -1. Para yardımında bulunan bir kimseye teşekkür için “Kazananız bol olsun!” anlamında söylenir. -2. Yemekten sonra evsahibine teşekkür ederken söylenir.
Kesip (kestirip) atmak: -1. Etraflıca düşünmeden kesin yargıya var­mak. -2. Tartışmalı bir durumu kesin olarak çözmek.
Kesip attığı tırnak olmamak: Bir kişi, bir başkasına göre değerce çok aşağı, önemsiz olmak.
Kesme almak : bk. Makas almak.
Kestirip atmak : bk. Kesip atmak.
Ket vurmak : Bir işin yapılmasını güçleştirmek, ona”engel olmak
Keyfi bozulmak : -1. Hastalanmak. -2. Rahatı, huzuru kalmamak; canı sıkılmak; neşesi bozulmak.
Keyfi (yerine) gelmek : Neşelenmek, neşesini bulmak.
Keyfi kaçmak: Neşesi bozulmak, neşesi kaçmak
Keyfine bakmak : Diiediğince, gönlünce yaşamak, hareket etmek
Keyfini çıkarmak (bir şeyin): Bir şeyden, bir şeyi yapmaktan çok zevk almak; ondan zevk alarak yararlanmak
Keyfini kaçırmak (bozmak): Üzmek, rahatsız etmek, canını sıkmak
Keyfinin (keyfimin) kâhyası mısın? : “Senin ona (bana) karışmaya hiç mi hiç hakkın yoktur.” anlamında.
Keyif çatmak : Hoşça ve eğlenceli vakit geçirmek
Keyif sürmek : Rahat yaşamak.
Keyif vermek (bir şey birine): -1. Ona neşe vermek -2. Onu sarhoş etmek
Kıçına tekme atmak (vurmak, yapıştırmak) : Kovmak; götüne tek­me atmak.
Kıçını kaldıramamak :Çok tembel olmak; götünü kaldıramamak.
Kıçını yalamak :Ona dalkavukluk etmek, yaltaklanmak; götünü yala­mak.
Kıçını yırtmak : -1. Bağırıp çağırmak -2. Bir şeyi yapacağım diye uğra­şıp durmak; götünü yırtmak
Kılçık atmak (birine): Bir kimsenin işini bozucu davranışta bulunmak ya da söz söylemek
Kılıçtan geçirmek : Tümünü kılıçla öldürmek.
Kılıfına uydurmak : Bir duruma, tutuma uydurma bir gerekçe bulmak.
Kılığı kıyafeti düzmek : Yeni giysiler alıp giymek.
Kılı kıpırdamamak: Umursamamak, aldtrtş etmemek.
Kılı kırk yarmak : Bir işi yaparken büyük bir dikkat göstermek, çok titiz davranmak.
Kılık kıyafet: Üst baş, dış görünüş.
Kılıktan kılığa girmek : -1. Giysilerini değiştirmek. -2. Sık sık düşünce ve kanı değiştirmek.
Kılına dokunmamak : Bir kimseye zarar verecek bir davranışta bulun­mamak; tüyüne dokunmamak.
Kılını kıpırdatmamak (oynatmamak) : Tepki gösterilmesi gereken bir olay, söz karşısında hareketsiz katmak; İlgisiz, duyarsız davranmak.
Kıl payı (fark) : Çok az bir (fark). (Kars. Bıçak sırtı.)
Kıran girmek (bir şeye) : İnsanlar ya da hayvanlar arasında çok sayı­da ölüme yol açan bir hastalık yayılmak. -2. Bir şey artık bulunmaz olmak. (Kars. Kıtlığına kıran girmek.)
Kıran kırana : (Kavga, ctöğüş, güreş için) Acımasızca, öldürürcesine.
Kırdığı koz (ceviz) kırkı (bini) aşmak : Devamlı olarak uygunsuz, ya­kışıksız davranışlarda bulunmak.
Kırık dökük: -1. Sağlam olmayan , çürük değersiz (eşya). -2. Tam ve düzgün olmayan (söz).
Kırıp geçirmek (bir yeri) (herkesi): -1. Yakıp yıkarak, öldürerek ya da baskı yoluyla büyük zarar vermek. -2. Komik söz ve davranışlarla herkesi katıla katıla güldürmek.
Kırk bir buçuk (kırk bir kere) maşallah : “Tanrı nazardan saklasın!” anlamında.
Kırkı çıkmak: (Lohusa, bebek, ölü için) Doğumdan ya da ölümden kırk gün geçmek.
Kırk dereden su getirmek : bk. Bin dereden su getirmek.
Kırk kapının ipini çekmek : Birçok yere uğramak; doksan kapının ipi­ni çekmek.
Kırklara karışmak : Artık ortalıkta görünmez olmak.
Kırk tarakta bezi olmak : Birçok işi olmak ya da birçok işle ilişkisi bu­lunmak; her tarakta bezi olmak.
Kırk yılda bir ; Çok seyrek olarak.
Kırk yılın başı (başında): Çok uzun sürede bir kez.
Kırk yıllık : Çok eski, köklü (dost, dostluk).
Kırmızı dipti mumla davet etmek (birini): Gelmesi için çok yalvar­mak.
Kısa günün kârı: ‘Hiç olmamaktansa bu kadarı da iyidir” anlamında.
Kısır döngü: Herhangi bir sorunlu durumda kesin çözüme varama­ma, çıkmazda olma; fasit daire.
Kıs kıs gülmek: Sessizce, alay ederek gülmek
Kıskıvrak yakalamak (bağlamak) (birini) : Kolay kolay kurtulamaya­cak biçimde sımsıkı tutmak (bağlamak).
Kısmet beklemek : (Gelin olacak çağa gelmiş kız) Evleneceği erkeği beklemek.
Kısmet (kısmeti) çıkmak (birine) : (Kız, kadın için) Evlenmek amacıy­la istenmek.
Kısmeti açık : Talihli, kısmetli (kimse).
Kısmeti açılmak : -1. Kazana bollaşmak. -2. Kendisiyle evlenecek biri çıkmak.
Kısmeti ayağına (kadar) gelmek : Pek bir çaba harcamadan, bir vesi­le sonucu kazançlı bir durumla karşılaşmak.
Kısmeti bağlanmak (bağlı olmak) : -1. Evlenmesi için fırsatlar çıkma­mak. -2. Kazana bir türlü artmamak.
Kıssadan hisse (almak, çıkarmak): Anlatılan bir olaydan ders (al­mak, çıkarmak).
Kış basmak: Kış mevsimiyle birlikte yağmurlar, karlar, fırtınalar, so­ğuklar başlamak.
Kışı çıkarmak: -1. Kışı bir yerde, geçirmek. -2. (Yakacak) Kış süresin­ce yeterli olmak.
Kış kıyamet: -1. Çok zor geçen kış. -2. Yağmurlu, karlı, fırtınalı hava.
Kıtı kıtına : Ancak yetecek kadar. (Kars. Ucu ucuna.)
Kıtır atmak: Yalan söylemek, yalan uydurmak.
Kıtır kıtır kesmek (doğramak) (birini): Onu acımadan öldürmek.
Kıt kanaat (geçinmek): Birtakım yoksulluklara katlanarak, bin bir güç­lükte geçinmek).
Kıtlığına kıran girmek: Bir şey ortadan çekilip bulunmaz of m ak.
Kıtlıktan çıkmış gibi (yemek): Hiç yememiş ya da doymayacakmış gibi (yemek).
Kıyamet gibi (kadar): Pekçok, çok miktarda.
Kıyameti (kıyametleri) koparmak : Bir şeye kızarak bağırıp çağırmak.
Kıyamet kopmak : Çok gürültü olmak, büyük telaş meydana gelmek.
Kıyamet mi kopar? : “Ne olur, ne çıkar, ne önemi var?” anlamında
Kıyıda köşede kalmak : Göze çarpmayan bir yerde unutulmak.
Kıymet biçmek : bk. Değer biçmek.
Kıymete binmek : Aranır, istenir duruma gelmek.
Kıymeti harbiyesi yok : Artık hiçbir değeri, gerçekliliği yok.
Kıymeti kalmamak: Değerini yitirmek; değeri kalmamak.
Kıymetini bilmek : Değerini anlamak; değerini bilmek. ¦
Kızağa çekmek (birini): Onu etkin görevinden alıp edilgin bir göreve vermek.
Kızar ip bozarmak : Utanandan yüzü renkten renge girmek.
Kızılca kıyamet kopmak : Büyük kavga çıkmak.
Kızım sana söylüyorum, gelinim sen dinle (işit, anla) : “Bu eleştirimi bir yakınıma söylüyorum; gerçek amacım uyarmak, hitap etmek istediğim kimsenin anlamasını sağlamaktır.” anlamında.
Kız kurusu : Evlenmemiş yaşlı kız.
Kız oğlan kız: -1. Hiç evlenmemiş, bekâreti bozulmamış kız; bakire. -2. Hiç evlenmemiş, hiçbir kız ya da kadınla cinsel ilişki kurmamamış erkek; bakir, erden.
Kibarlık budalası: Kibar olmadığı halde, kibarca davranışlarda bulun­maya çalışan, bu yüzden gülünç duruma düşen (kimse).
Kilit vurmak (bir şeye) : -1. Giriş çıkışı önlemek için bir yeri kilitlemek. -2. Bir yerin çalışmasına son vermek.
Kilo almak: Şişmanlamak.
Kilo vermek: Zayıflamak.
Kilometre taşı: Üzerinde önemle durulması gereken nokta.
Kim bilir : “Bilinmez, belirsiz’ anlamında.
Kime ne? : “Hiç kimseyi ilgilendirmez, kimse karışamaz.” anlamında.
Kime niyet kime kısmet: “Hazırlanan şey, söz konusu kimseye değil
de bir başkasına kısmet oldu.” anlamında.
Kimi kimsesi (olmamak) (yok mu?): Ailesinden kimseler (yok) (yok mu?).
Kimin arabasına binerse, onun türküsünü çağırmak (düdüğünü öt­türmek) : Kimden çıkar sağlıyorsa, onun beğeneceği işler yapmak.
Kimin nesi? : “Kimdir, soyu sopu nedir?” anlamında.
Kim kaybetmiş ki sen bulasın : “Söz konusu şey senin eline geç­mez.” anlamında alay yollu söylenir.
Kim kime dum duma : Kimsenin kimseden haberi olmadığı, karmaka­rışık durum.
Kim takar Yalova kaymakamını: ‘Ona önem vermem, onu ciddiye al­mam.” anlamında.
Kim vurduya gitmek: Kim tarafından öldürüldüğü bilinmemek.
Kin beslemek (bağlamak) (birine) : Ona karşı içinde Öç almak duy­gusu oluşmak; garaz bağlamak.
Kin gütmek: Öcünü alıncaya kadar öç alma duygusunu sürdürmek.
Kin tutmak (birine) : Ona karşı düşmanca duygular beslemek.
Kireç gibi olmak: Korku, heyecan vb yüzünden suratı bembeyaz ol­mak.
Kir götürmek : -1. Kirini belli etmeyecek renkte dmak. -2. Bir şey çok kirli olmak.
Kirişi kırmak: Bir yerden birtakım nedenlerle kaçıp gitmek.
Kirli çamaşırları ortaya dökmek: Bir kimsenin ayıplarını, kusurlarını herkese anlatmak, açıklamak
Kirli çıkı (çıkın) : Kendini züğürt gösterdiği halde, oldukça paralı olan, para biriktirmiş olan (kimse).
Kir tutmak: Kirini gösterecek renkte olmak.
Kisvesi altında : Herhangi bir nitelikte ya da biçimde.
Kitaba el basmak : Kutsal kitap (Kuran) üzerine elim koyarak yemin etmek.
Kitabına uydurmak (bir şeyi): Yasal olmayan bîr işi yasalmış gibi gösterecek yol bulmak.
Kitap kurdu : Çok kitap okuyan, geniş bilgisi olan (kimse).
Kitapta yeri olmak: Söz konusu şey, din ya da yasa kitaplarında bu­lunmak.
Kocakarı İlacı: Halk arasındaki inanışa göre, kimi hastalıkları İyileştir­diğine inanılan, birtakım otlardan vb. maddelerden yapılan sözde İlaç.
Koca kafa : Anlama, kavrama yeteneği sınırlı, kıt olan (kimse).
Kocakarı soğuğu: Mart ayının ortalarında (11-18 mart) kendini göste­ren soğuklara verilen ad.
Kocaya varmak: (Kız, kadın için) Evlenmek.
Koç yiğit: Genç, gürbüz, yakışıklı delikanlı.
Kodese tıkmak (birini) : Onu hapishaneye sokmak.
Kodesi boylamak: Hapse düşmek.
Kokusu çıkmak: Gizli tutulan bir iş herkesçe anlaşılmaya başlamak.
Kokusunu almak : -1. Bir şeyin kokusunun farkına varmak. -2. Gizli tu­tulan bir şeyi sezmek.
Kolaçan etmek (bir şeyi): Neler olup bittiğini anlamak için etrafı do­laşmak.
Kol atmak: Yayılmak,
Kolay gele (gelsin): İş yapan kimseye söylenen iyi dilek sözü. (Tonla­maya göre alay anlamında da söylenir)
Kolayına bakmak (kaçmak): Bir işin çıkar yolunu bulmaya çatışmak.
Kolayına gelmek : O türlü yapmayı daha kolay görmek.
Kolayını bulmak : Kolayca yapmanın yolunu bulmak.
Kolayı var : “Çaresi var,” anlamında.
Kol kanat germek (olmak) : Onu korumak, ona yardıma olmak; ka­nat germek.
Kolları (paçaları) sıvamak : Bir işe istekle girişmek.
Koltuk çıkmak (birine): Onu desteklemek, ona para yardımında bu­lunmak.
Koltuk değneğiyle : Başkasının (başkalarının) yardımıyla.
Koltukları kabarmak: Kendisinin ya da yakınlarının başarıları hakkın­da yapılan övgülerden kıvanç duymak.
Kolu kanadı kırılmak: Kendisine yardım edenleri yitirdiği İçin iş yapa­mayacak duruma düşmek, cesaretini yitirmek.
Kolu uzun : Çevresi geniş, sözü geçer (kimse).
Komalık etmek (birini): -1. Onu kıpırdayamaz duruma getirinceye ka­dar dövmek. -2. Onu çok sinirlendirmek.
Komaya girmek: -1. Hayati belirtilerini büyük ölçüde yitirmek. -2. Çok sinirlenmek, şaşırmak, üzülmek.
Komaya sokmak (birini): Onu ne yapacağını bilemez-duruma getir­mek, şaşırtmak.
Konu komşu : Komşular, yakında oturan ahbaplar.
Korktuğu başına gelmek, (korktuğuna uğramak): Olmasından kork­tuğu kötü bir durum gerçekleşmek.
Korku vermek (bir şey, birine): Onu korkutmak.
Koyduğum yerde otluyor: “Uzun süreden beri hiçbir gelişme, ilerle­me göstermedi.” anlamında.
Koydunsa bul: Bulunduğu (olması gerektiği) yerde olmayan, kaybol­muş olan şey ya da kimse için söylenir.
Koynunda yılan beslemek: İyilik yaptığı birinden kötülük görmek.
Koyun gibi: -1. Budala, şaşkın (kimse). -2. Başkalarının güdümüne gi­ren (kimse).
Koyun kaval dinler gibi dinlemek: Hiçbir şey anlamadan dinlemek.
Kozunu paylaşmak (biriyle, birbirleriyle): Aralarındaki anlaşmazlığı güç üstünlüğüne dayanarak sona erdirmek.
Koz vermek (birine) : Ona elverişli durum sağlamak, başarı olanağı tanımak.
Kök salmak: İyice yerleşmek, yayılmak, kökleşmek.
Kök sökmek: Çetin bir işi başarırken çok zorlanmak.
Köküne kibrit suyu dökmek, (kökünü kurutmak): Bir daha ortaya çı­kamayacak biçimde ezmek, yok etmek.
Kökünü kazımak : Ortadan kaldırmak, varlığına son vermek.
Köpek gibi: Çok yaltaklananlar için kullanılır.
Köprübaşını (köprübaşlarını) tutmak : Çok Önemli bir yeri (ya da yer­leri) ele geçirmek.
Köprüleri atmak: Girişilen bir işten vazgeçilmesine yol açabilecek du­rumları ortadan kaldırmak.
Köprünün (köprülerin) atfından çok su (sular) geçti: “Zamanla ko­şullar çok değişti, eski durum kalmadı.” anlamında.
Kör boğaz: Yemek içgüdüsü, gereksinmesi.
Kör deyneğini beller gibi: İşlerinde, tutumunda hiçbir değişiklik, yeni­lik yapmaksızın.
Kör dövüşü : Bir işin birçok kimse tarafından yapılması sırasında ona­ya çıkan düzensizlik.
Kör duman : Çok yoğun sis, duman.’
Kör kör parmağım gözüne : -1. Apaçık meydanda. -2. Göze batacak biçimde.
Kör kurşun : Nereden geldiği ve kimi hedeflediği belli olmayan kur­şun; serseri kurşun.
Kör kütük : Aşın ölçüde (sarhoş, âşık).
Körler mahallesinde ayna satmak: Bir şeyi hiç gereksinme duyulma­yan bir yere götürmek. (Kars. Müslüman mahallesinde salyangoz satmak.)
Kör şeytan (talih) : Kötü kader.
Kor topal: İyi kötü, yarım yamalak.
Körü körüne : İyice düşünüp taşınmadan, en küçük bir dikkat göster­meden.
Kös dinlemek: Konuşulanları anlamadan dinlemek, dinler görünüp dinlememek.
Köstek vurmak:-1!. Hayvanın ayağına köstek bağlamak-2. Engelle mek.-3. Güreşte hasmının bir ya da her iki yağını sımsıkı yakalamak.
Köşe başının tutmak : Nüfuzlu mevkiyi ele geçirmek, böyie bir mevki­de bulunmak.
Köşe bucak : Göz önünde olmayan yerler. ; r -.^ ;
Köşe kapmaca oynamak: Birbirini aradıkları halde bir türlü bulama­mak.
Köşe olmak : Zenginleşmek, geçim sıkıntısı kalmamak.
Köşeye çekilmek : Hiçbir işe karışmadan yaşamak.
Köşeyi dönmek : Kolay ydlardan, zahmet çekmeden kısa sürede zen­gin olmak.
Kötek atmak (çekmek) (birine): Onu dövmek; dayak atmak.
Kötek yemek (birinden): Dövülmek; dayak yemek.
Kötü gitmek : İş (İşler) yolunda gitmemek, aksamak.
Kötü kadın : Genel kadın, orospu.
Kötü kalpli (yürekli): Kötülük yapmayı düşünen (kimse).
Kötü kişi olmak : Söz ya da davranışlarıyla bazı insanların düşmanlığı­nı kazanmak.
Kötü kötü düşünmek : Üzüntülü bir biçimde düşüncelere dalmak.
Kötü olmak : -1. Olumsuz bir durum almak. -2. Beğenilmez olmak. -3. Kötü yola düşmek.
Kötüye çekmek : Bir söze, davranışa kötü bir anlam vermek.
Kötüye kullanmak (bir şeyi) : -1. Yetkisini yasalara aykırı bir biçimde kullanmak. -2. Bir kimsenin iyi bir davranışını olumsuz bir tavırla de­ğerlendirmek.
Kötüye yormak : Bir şeyden gelecekte kötü olacağına ilişkin bir anlam çıkarmak.
Kötü yola düşmek : Kadın ahlakdışı davranışlara yönelmek, orospulu­ğa başlamak.
Kötü yola sapmak : Yasadışı, ahlakdışı işler yapmak.
Kraldan çok kralcı olmak : Bir kimsenin davasını ondan daha çok sa­vunur olmak.
Kredisi olmak : Güvenirliği ve saygınlığı olmak.
Kucağına düşmek : Kendini kötü kimselerin ya da kötü durumun için­de bulmak.
Kucak açmak (birine) : Yardım gereksinmesi olan birini barındırıp ko­rumaya hazır olduğunu göstermek. Kucak dolusu : Pek bol, çok.
Kukla gibi oynatmak (birini) : -1. Ona her İstediğini yaptırmak. -2.-Bir,
kimseyi istediklerini yapıyor görünüp oyalamak, aldatmak. Kukumav gibi: Kimsesiz, yalnız, tek başına.
Kukumav gibi düşünüp durmak: Üzüntülü bir biçimde düşünmeye dalmak. .
Kulağı delik : Çevrede olup bitenleri çabuk öğrenebilen (kimse).
Kulağı kirişte olmak: Neler söyleneceğini, ne gibi haberler geleceğini işitmek için dikkatli olmak.
Kulağına çalınmak : Onu tesadüfen duymuş olmak.
Kulağına çarpmak : Duymak, duyulmak.
Kulağına gefmek : Duymak, duyulmak.
Kulağına girmek : Söylenilen sözleri, dikkate almak.
Kulağına gitmek: İşitmek, duymak, öğrenmek, haberi olmak.
Kulağına kar suyu kaçmak : Rahatını, huzurunu kaçıran, tedirgin eden bir haber duymak.
Kulağına koymak (sokmak) (bir şeyi) : Söylenilenleri ileride hatırla­yabilmek için çok iyi dinlemek.
Kulağına küpe olmak: Başına gelen bir işten hiç unutamayacağı bir ders almak.
Kulağını açmak : Söylenilenleri dikkatlice dinlemek.
Kulağını bükmek: Söz ve davranışlarına dikkat etmesi için uyarıda bu­lunmak; uyarmak.
Kulağını çekmek : Yaptığı olumsuz bir davranıştan ötürü hafif bir ceza vermek ve bir daha yapmamasını Öğütlemek.
Kulağını çınlatmak : Birini herhangi bir yönüyle anmak.
Kulağını doldurmak: -1. Bir kimseye bir şeyle ilgili olarak yalan yanlış bilgiler vermek. -2. Bir kimseye dikkati olması İçin önceden konuyla ilgili birtakım bilgiler vermek.
Kulağı tetikte (olmak) : Söylenecek sözü, gelecek haberi bekler du­rumda (olmak).
Kulak asmamak (bir şeye, birine) : Onu dinlememek, ona önem ver­memek. (Kars. Aldırış etmemek.)
Kulak kabartmak: Belli etmeden söylenilenleri işitmeye çalışmak.
Kulak kesilmek: Büyük bir dikkatle dinlemeye çalışmak.
Kulakları (kulağı) çınlasın : “Şimdi ondan iyi duygularla söz ediyoruz, kulakları çınlayarak kendisinden şöz ettiğimizi sezsin.’ anlamında.
Kulak misafiri olmak: Yakınındaki konuşmaları isteyerek ya da iste­meyerek dinlemek.
Kulaktan dolma : İşiterek edinilen (bilgi).
Kulaktan kulağa : Birinden bir başkasına gizlice söylenerek.
Kulak tutmak (vermek) (bîr şeye, birine) : -1, Dinlemeye çalışmak. -2. İşitmek, dinlemek; dediğini yapmak.
Kulp bulmak (bir şeye): Onun kusurlu bir yanını bulup göstermek.
Kulp takmak (bir şeye) : Ona kusur, bahane bulmak.
Kul taksimi: Eşit olarak yapılan üleştirme. (Kars. Allah taksimi.)
Kumar oynamak: Olumlu sonuç alınması kuşkulu olan bir işe bile bi­le girmek.
Kum gibi: Çok bol.
Kum gibi kaynamak: Çok kalabalık olmak.
Kumpas kurmak (birine) : Onu tuzağa düşürebilmek için gizli bir ça­tışma yapmak.
Kundak sokmak (koymak): -1. Yangın çıkarmak için bir yere tutuştu­rulmuş yağlı bez parçası koymak. -2. Arayı bozacak bir davranışta bu­lunmak. -3. Kurulu bir düzeni bozacak şekilde hareket etmek,
Kuran’a el basmak : Kuran’ın üzerine elini koyarak yemin etmek, ant içmek; kitaba el basmak.
Kuran (ekmek) çarpsın : Söylediklerine karşısındakini inandırmak için edilen yemin.
Kurbağa ağaca çıkınca : bk. Balık kavağa çıkınca.
Kurban etmek (birini, bir şeyi) : Kendi çıkarı, yararı için bir şeyi ya da kimseyi harcamak.
Kurban gitmek (bir şeye): -1. Suçsuz yere ölmek. -2. Zarar uğra­mak.
Kurbanı olmak : Ondan dolayı zarar görmek.
Kurbanlık koyun (gibi): Başına geleceklerden haberi olmayan kimse için kullanılır.
Kurşun dökmek: Nazardan hastalandığına inanılan kişilerin iyileşme­si için, bir kapta eritilen kurşunu hastanın başı üstüne tutulan su dolu kabın içine dökmek.
Kurşun yağmuruna tutmak (birini, bir yeri) : Bir kimseye ya da yere sürekli olarak kurşun sıkmak.
Kurşun yemek : Mermi İle yaralanmak.
Kurtlarını dökmek: Çoktandır yapamadığı için özlemini çektiği bir şe­yi bol bol yapıp hevesini almak.
Kurtlu kaşar : Yerinde duramayan, kıpırdak (kimse).
Kurt masalı okumak : İnandırıcı olmaktan uzak bahaneler, özürler ileri sürmek.
Kuru ekmek : Katıksız emek.
Kuru iftira : Asılsız iftira.
Kuru kalabalık: -1. Hiçbir işe yaramayan insan topluluğu. -2. Kırık dö­kük eşya.
Kuru kuruya : Boşu boşuna.
Kurum kurum kurumlanmak (kurulmak) (kurum satmak) : Büyüklen-mek, kendini büyük görmek ve göstermek.
Kuru sıkı: Bir kimseyi korkutmak, yıldırmak için söylenen sözler.
Kuru soğuk: Yağmursuz havalardaki sert, üşütücü soğuk.
Kuru tahtada kalmak: Eşyaları gittiği için boş evde oturmak zorunda kalmak.
Kuruşu kuruşuna (ödemek) : (Borcu, hesabı) Tam olarak, eksiksiz bi­çimde (Ödemek).
Kur yapmak (birine) : Ona ilgi göstererek, iltifat ederek ilgi ve sevgisi­ni kazanmaya çalışmak.
Kusura bakmamak (kalmamak) : Hoşa gitmeyen bir davranışı ya da sözü hoşgürüyle karşılamak.
Kuşa benzetmek (çevirmek) : Bir şeyi düzelteyim derken iyice boz­mak.
Kuş beyinli: Akılsız, aptal (kimse).
Kuş gibi: -1. Hafif olan (şey). -2. Çabuk iş gören (kimse).
Kuş gibi uçup gitmek: -1. Çok kıs£ süren bir hastalık sonucu ölmek -2. Çok kısa sürmek.
Kuşku uyanmak, (kuşkuya düşmek): Kuşkulanmak, şüphelenmek.
Kuş mu konduracak? : “Yapacağı iş ötekilerden çok farklı mı olacak?” anlamında.
Kuşsütünden başka her şey var: “Her türlü yiyecek, içecek var”, an­lamında.
Kuşsütüyle beslenmek (birini) : Onu her türlü yiyecekle, özenle bes­lemek.
Kuş uçmaz, kervan geçmez : Issız, sapa yer İçin kullanılır.
Kuş uçurmamak : Bir yerden hiç kimsenin geçmemesi için sıkı güven­lik önlemleri almak.
Kutu gibi: Küçük fakat kullanışlı ve sevimli (ev).
Kuvvet almak (bir şeyden, birinden): -1. Ondan yardım görmek. -2. Ona dayanmak.
Kuvvet bulamamak (bir şeye) : 0 şeye cesaret edememek, gö2e ala­mamak.
Kuyruğu kapana kısılmak (sıkışmak) : Çok zor duruma düşmek
Kuyruğuna basmak : Kıştırtmak, tahrik etmek.
Kuyruğu titretmek: Ölmek.
Kuyruğunu kısmak : Korkup sinmek.
Kuyruğunu kıstırmak : Onu zor durumda bırakmak.
Kuyruk acısı: Hınç, öç alma isteği.
Kuyruklu yalan : Abartılmış yalan, çok büyük yalan:
Kuyruk sallamak: -1. Yaltaklanmak, dalkavukluk etmek. -2. (Kız, ka­dın) Cilve yapmak.
Kuyusunu kazmak : Bir kimsenin yıkımtna yol açacak girişimlerde bu­lunmak.
Kuzu gibi: Çok uysal, yavaş (kimse).
Kuzu kuzu : Uysal bir biçimde, itiraz etmeden.
Kuzu postuna bürünmek: Saldırgan olduğu halde kendisini yumuşak huylu olarak göstermek.
Küçük aptes : -1. Çiş. -2. İşeme gereksinmesi.
Küçük aptesi gelmek: Küçük aptesini yapmak gereksinimi duymak.
Küçük dağları ben yarattım demek : Çok kibirlenmek, böbürlenmek.
Küçük dilini yutmak: Çok şaşırmak, şaşkınlıktan ne yapacağını bile­memek.
Küçük düşmek: İtibarı sarsılmak, saygınlığı zedelenmek.
Küçük gelmek : Ölçüleri uygun olmamak, gerekenden küçük olmak.
Küçük görmek (birini): Ona değer vermemek, onu küçümsemek.
Küçük oynamak: Kumarda az para üzerine oynamak.
Küçük su dökmek: Küçük aptesini yapmak.
Küfrü basmak: Küfretmek.
Küfür savurmak : Çok küfür etmek.
Küfür yemek : Kendisine küfredilmek.
Külahıma anlat: “Söylediklerine beni inandıramazsın.” anlamında.
Külahını önüne koyup (alıp) düşünmek :Olup bitenleri hakkında de­rin derin düşünmek.
Külahları değişmek (değiştirmek) : Araları açılmak, ilişkileri bozul­mak; bozuşmak.
Kül kedisi: Uyuşuk, miskin (kimse).
Kül yırtmamak (yememek) : Aidatılamamak, kandırılamamak
Küplere binmek : Çok öfkelenmek.
Küpünü doldurmak: Fırsatları değerlendirip çok zengin olmak.
Kürek kadar dili var : “Büyüklerine karşı saygısızca cevap veriyor.” an­lamında; pabuç kadar dili var.

Diğer Harfler

A, B, Ç-C, D, E, F, G, H, I-İ, J, K, L, M, N, O-Ö, P, R, S-Ş, T, U-Ü, V, Y, Z

Etiketler:

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış.

Yorum Yaz

Şu Sayfamız Çok Beğenildi
Hece Ölçüsü