B Sözlüğü (Deyim)

21 Şubat 2009 tarihinde tarafından eklendi.

Beş aşağı beş yukarı: Yaklaşık olarak; üç aşağı beş yukarı.
Beş beter: Çok kötü.
Beşik kertme nişanlı (beşik kertiği) : Daha beşikte iken ailesi tarafın­dan nişanlanmış.
Beşinci kol: Düşmanla iş birliği yaparak ülkeyi içten çökertmeye çalı­şan örgüt.
Beş kardeş (yemek): Tokat (yemek).
Beşlik simit gibi kurulmak: Önemli bir kişiymiş gibi kasılarak otur­mak.
Beş para etmez : “Hiçbir değeri yoktur.” anlamında.
Beş paralık etmek (birini) : Ayıplarını söyleyip onu küçük düşürmek.
Beş paralık olmak: Ayıpları ortaya döküldüğü için küçük düşmek.
Beş parasız : Yoksul, parasız.
Bet bet bakmak: Kötü bir şey yapacakmış gibi bakmak.
Beterin beteri: En kötü sanılandan daha kötü olan şey İçin söylenir.
Beti benzi kalmamak (atmak, uçmak, kireç kesilmek): Korku, üzün­tü vb. nedeniyle yüzünden kan çekilmek; benzi atmak.
Beti bereketi olmamak (kaçmak) : -1. Yiyecek çabuk tükenir olmak. -2. Paranın satın alma gücü düşmek.
Beyaz kömür: Elektrik enerjisi.
Beyaz oy : Kabul oyu.
Beyaz perde : Sinema, sinema sanatı.
Beyaz zehir : Eroin, uyuşturucu madde.
Bey devesi (danası) gibi yan gelip geviş getirmek : Hiçbir işe el sürmeden keyfince yiyip içmek, yaşamak.
Bey gibi yaşamak: Bolluk içinde yaşamak.
Beyhude yere : Boş yere, gereği yokken, boşu boşuna; yok yere.
Beyin göçü: Özellikle azgelişmiş bir ülkenin yetişmiş, nitelikli bilim adamlarının çalışmak üzere gelişmiş ülkelere gitmesi olgusu.
Beyin yıkamak : Çeşitli yöntemler uygulayarak birisini belirli bir düşün­ceyi benimsemeye zorlamak.
Beyin yormak : Bir konu üzerinde çok düşünmek; kafa yormak.
Beylik söz: Herkesçe kullanılan, basamakalıp söz.
Beyni atmak: Çok kızmak; tepesi atmak.
Beyni bulanmak (uyuşmak): Sersemlemek, sağlıklı düşünemez duru­ma gelmek.
Beyninden vurulmuşa dönmek : Kötü bir haber alıp, hiçbir şey düşün­meyecek duruma gelmek.
Beyni sulanmak : Bunamak, sağlıklı düşünebilme gücünü yitirmek.
Bezginlik gelmek (birine bir şeyden) : 0 şeyden yorulmak, bıkmak, usanmak.
Bıçak kemiğe dayanmak : Sıkıntı, 2ahmet, artık dayahılamayacak bir duruma gelmek.
Bıçak sırtı: -1. Çok az (fark, zaman), -2. Çok yakın (aralık). (Kars. Kıl payı.)
Bıkkınlık gelmek (birine) : Ondan bıkmak, usanmak, bunalmak.
Bıkkınlık vermek (birşey birine) : Bir şeyi tekrarlaya tekrar I aya karşı­sındakini usandırmak.
Bıyığı (bıyıkları) terlemek : Bıyığı yeni çıkmaya başlamak.
Bıyık altında gülmek : Birinin içinde bulunduğu duruma alay ederek, belli etmeden gülmek.
Bıyık bırakmak : Bıyıklarını kesmeyip uzatmak.
Biçilmiş kaftan : Bir işe, kimseye en uygun , en elverişli olan.
Bildiğinden şaşmamak: Hiçbir şeyden etkilenmeyip, doğru saydığı davranışını sürdürmek. (Kars. Gürültüye pabuç bırakmamak.)
Bildiğini okumak (yapmak): Başkalarının sözüne kulak asmadan is­tediği gibi davranmak.
Bile bile : Bilerek, isteyerek; kasıtlı olarak, kasten.
Bile bile lades : Aldandığını bildiği halele hiç itiraz etmeme, bunu ka­bul etmiş görünme.
Bileğine güvenmek : Kendi gücün, bilgisine, yeteneğine güvenmek,
Bileğinin hakkıyla : Kendi çalışması ve gücüyle.
Bilincine varmak (bir şeyin) : O şeyi iyice anlamak, kavramak; ger­çekliğini görmek.
Bilir bilmez: Yarım yamalak bilerek; eksik bilgi ile.
Bilmezlikten (bitmemezlikten) gelmek: Bilmiyor görünmek.
Bilmiyorsun (bilmediğin) bu boku, git mektebinde oku : “Mademki bu şeyi bilmiyorsun, niçin uğraşıp duruyorsun? Bari öğren, sonra gel, uğraş.” anlamında.
Binde bir: Çok seyrek olarak; nadiren.
Bin dereden su getirmek : Birini kandırmak için bir yığın gerekçe ileri sürmek, aldatıcı sözler söylemek; kırk dereden su getirmek.
Bindiği dalı kesmek: Yarar sağladığı bir şeyi ortadan kaldırmak, ken­disi için zararlı duruma getirmek.
Bini aşmak : Çok fazla olmak.
Bini bir paraya : Pekçok, bol.
Binin yarısı beş yüz (o da bizde yok) : “Tasalanmana gerek yok.” an­lamında avutma sözü.
Bin kat: Başka şeyle karşılaştırılamayacak ölçüde çok.
Bin pişman olmak: Yaptığı şeyden çok pişman olmak.
Bin tarakta bezi olmak : Çok şeyle uğraşmak.
Bin yaşa : Çok yaşa anlamında.
Bir abam var atarım nerede olsa yatarım : “Yalnız yaşayan bir kim­seyim, basit bir yaşama tarzım vardır, her yerde kalabilirim.” anlamın­da.
Bir ağızdan : Hep birlikte, beraberce.
Bir âlem : Kendine özgü şaşırtıcı nitelikleri olan.
Bir allanın kulu : Herhangi bir kimse.
Bir an : Çok kısa bir süre.
Bir an önce (evvel) : Olabildiğince çabuk.
Bir anlamda : Anlamlarından birine göre.
Bir anlık: Pek kısa bir süre içinde olan.
Bir ara (aralık) : -1. Bir süreç içindeki kısa bir süre; -2. Eskiden, eski bir zamanda.
Bir araba laf: Bir yığın gereksiz, yersiz söz.
Bir araya gelmek : Toplanmak; buluşmak.
Bir araya getirmek: -1. Derlemek, toplamak. -2. Birleştirmek.
Bir arpa boyu yol gitmek : Önemsiz denecek kadar az ilerleme sağ­lamak.
Bir aşağı bir yukarı (dolaşmak, yürümek) : Amaçsızca, bir yerde ora­dan oraya (dolaşmak, yürümek vb.)
Bir atımlık (atım) borutu olmak (kalmak) : Bir konuda yapabileceği pekaz şey kalmak; gücü, olanakları tükenmeye başlamak.
Bir ayağı çukurda (olmak) : Çok yaşlanmış (olmak); ölüme epeyce yakın (olmak).
Bir bakıma : Değişik bir görüşe göre, başka bir yönden bakılırsa.
Bir baltaya sap olmak : Belirli bir iş tutmak, bir meslek sahibi olmak.
Bir bardak suda fırtına koparmak : Önemsiz denecek kadar küçük bir sorunu büyütüp, kavga konusu yapmak.
Bir başına : Yalnız olarak, yanında hiç kimse bulunmadan.
Bir baştan (uçtan) bir başa (uca) : Bir yerin bir sınırından öbür sınırı­na kadar.
Bir ben bilirim, bir de Allah : “Çektiğim sıkıntı ve üzüntüleri ben ve Tanrı’dan başka kimse bilmez.” anlamında.
Bir bildiği olmak : Kendine göre bir düşüncesi olmak.
Bir bir: Teker teker, ayrı ayrı.
Birbirine düşmek : Aralarında anlaşmazlık çıkmak.
Birbirine girmek: -1. Kavga etmek. -2. Heyecanla oraya buraya koşuş­mak.
Birbirinin gözünü oymak : Aralarındaki geçimsizlik nedeniyle kavga etmek.
Birbirini yemek : Sürekli kavga etmek, anlaşmazlık içinde olmak.
Bir bok olamamak : Her hangi bir iş tutamamak meslek edineme-
mek.
Bîr bok yapamamak : Olumlu ya da olumsuz hiçbir şey yapamamak.
Bir bu eksikti: “Dertler, sorunlar yetmiyormuş gibi şimdi bir de bu çık­tı.” anlamında.
Bir çırpıda : Çabucak, çok kolay biçimde.
Bir çift söz : Birkaç söz.
Bir çuval inciri berbat (bok, murdar) etmek : Yolunda giden bir işi, yanlış bir hareketle ya da sözle bozmak. •
Bir daha:-1.Bir kez daha, ikinci kez.-2.Artık,ondan sonra, hiçbir zaman.
Bir dediği bir dediğini tutmamak : Söyledikleri birbirine uymamak, tu­tarsız konuşmak.
Bir dediğini (söylediğini) iki etmemek (ikiletmemek): Onun her iste­diğini yerine getirmek.
Bir dediği iki olmamak (edilmemek): Her isteği yerine getirilmek
Bir defa (kere) : -1. Olup biten bir durumu anlatan cümlelerde, artık o şeyin geçmiş olduğunu, geri dönülemeyeceğini anlatır. -2. Her şey­den önce, ilkönce, hele. -3. Asıl önemlisi, her şeyden önemli olarak.
Bir dereceye kadar: Makul bir ölçüye kadrar, belli bir noktaya kadar; nispeten.
Bir deri bir kemik (kalmak) : Vücutça çok zayıf (düşmek), zayıflamış (olmak).
Bir dirhem bal için bir keçiboynuzu çiğnemek : Faydası az zahmeti çok bir işle uğraşmak.
Bir dizi: Birçok, bir yığın.
Bir dokun bin ah işit (dinle) (kase-i fağfurdan ): “İnsanların dertlerini biraz deşmeye gör; hemen her türlü şikâyetlerini dile getirirler.” anla­mında.
Bir don bir gömlek (kalmak, bırakmak) : Yarı çıplak, yoksul bir du­rumda (kalmak, bırakmak).
Bir dostluk kaldı: Satıcıların malları azaldığı zaman kullandıkları özendirme sözü.
Bir düziye : Sürekli olarak, aralıksız; bidüziye, biteviye.
Bire bir (gelmek): (İlaç için) Kesin ve etkili (olmak).
Bir elin beş parmağı gibi: Birbirinden hiç ayrılmayan; aralarında her­hangi bir ayırım gözetilmeyen (kimseler).
Bir eli yağda bir eli balda (olmak) : Zenginlik, bolluk içinde (olmak).
Bire (beş, on, yüz…) vermek : (Buğday, arpa, nohut, fasulye gibi ürün­ler için) Toprak atılan tohumun belli bir katı kadar ürün vermek.
Bir günden bir güne : Hiçbir zaman.
Bir güzel: Çok iyi, iyice, güzel bir biçimde.
Bir hal olmak : -1. Bir şeyi çok yapmaktan usanmak, bıkmak; fenalık gelmek. -2. Davranışlar, huyu değişmek. -3. Bir.kazaya uğramak, öl­mek.
Bir hayli: Oldukça çok, epeyce.
Bir hiç uğruna : Amaçsızca, boşu boşuna.
Bir hoş : -1. Tatlı bir hoşluk içinde olan. -2. Garip, yadırgatıcı, tuhaf.
Bir İçim su : Çok güzel (kadın, kız).
Bir iğne bir iplik kalmak : Bir üzüntü, hastalık vb. nedeniyle çok zayıf­lamak.
Bir iki demeden (derken) : Karşısındakine vakit bırakmadan, hiçbir şekilde duraksamadan.’
Bir kalemde : Toptan, bir işlemde.
Bir kapıya çıkmak : Hepsi aynı sonuca varmak, aynı anlama gelmek; aynı kapıya çıkmak.
Bir kaşık suda boğmak (birini) : Bir kimseye çok kızmak; kin duy­mak.
Bir kenara bırakmak (bir şeyi): Orta Önem vermemek, onu dikkate almamak.
Bir kenara çekilmek : İlgisini kesmek; sorumluluk almamak.
Bir kere : Aslında, gerçekte.
Bir kıyamettir gitmek (kopmak): Çok fazla gürültü, patırtı, telaş ol­mak.
Bir kol çengi: Espirili söz ve davranışlarıyla çevresine neşe saçan kimseler için söylenir.
Bir kofluğa iki karpuz sığdırmak : Aynı zaman içinde iki işi birden ya­par durumda olmak.
Bir köroğlu bir ayvaz: Kan kocanın çocuklarının olmadığını, yalnız ya­şadıklarını belirtmek için söylenir.
Bir köşeye ayırmak (atmak, koymak) (bir şeyi): Bir şeyi gerektiğin­de kullanmak üzere bîr yere koymak, biriktirmek, saklamak.
Bir köşeye çekilmek: Etkin görevi bırakmak. (Kars. İnzivaya çekil­mek.)
Bir kulağından girip öteki (öbür) (bir) kulağından çıkmak : Söyleni­lenlere önöm vermemek, hiç uymamak, onları dikkate almamak. (Kars. Kulak asmamak.)
Bir lokma bir hırka : Azla yetinmeyi, dervişçe yaşamayı anlatan haya) görüşü.
Bir nalına bir mıhına : bk. Hem nalına, hem mıhma.
Bir paralık etmek (birini): Onu utanılacak bir duruma düşürmek, re­zil etmek; beş (on) paralık etmek.
Bir paralık olmak : Değersiz, onursuz, kötü duruma gelmek; beş (on) paralık olmak.
Bir pire için yorgan yakmak: Küçük bir zarardan kurtulmak için çok büyük bir zararı göze almak.
Bir punduna getirmek : Bir iş için en uygun durum ve zamanı yokla­mak; punduna getirmek.
Bir saati bir saatine uymamak: Tutum ve davranışları sürekli değiş­mek, tutarsız olmak; saati saatine uymamak.
Bir sıkımlık canı olmak : Kısa boylu, cılız ve güçsüz olmak.
Bir sürü : Çok sayıda, pekçok, birçok.
Bir şeyciği kalmamak: İyileşmek, iyi olmak.
Bir şeye benzememek : İşe yarar, beğenilir ve istenir durumda olma­mak.
Bir şeyler (şey) olmak : -1. Huy ve davranışları değişmek. -2. Fenalık gelmek, bayılacak gibi olmak. -3. Herhangi bir kötü durum başından geçmek.
Bir tahtası eksik : Pek akıllı olmayan, delice İşler yapan (kimse); tah­tası eksik.
Bir taşla iki kuş vurmak : Bir davranışla, yararlı iki sonuç elde etmek.
Bîr tek atmak : Bir kadeh içki içmek.
Bir temiz : Adamakıllı, iyice, güzelce.
Bir toh : Çok, çok miktarda.
Bir tuhaf,: Garip, alışılmadık, yadırgatıcı (biçimde).
Bir tuhaf olmak : Üzülmek, yadırgamak, ne yapacağını bilememek.
Bir tuhaflığı olmak: Kendini iyi hissetmemek, rahatsızlığı olduğunu anlamak.
Bir tutmak (görmek) : Aynı derecede görmek, farksız olduğunu kabul etmek, eşit saymak.
Bir türlü : -1. Ne yapıp yapıp; hiçbir biçimde. -2. (Yinelemeli biçimde) Bir eylemin yapılması ile yapılmamasının aynı derecede tedirginlik verici olduğunu belirtir. -3. Bir başka çeşitten.
Bir vakitler (bir vakit) : Vaktiyle, eskiden, geçmiş zamanda; bir za­manlar.
(Biri, bir şey) bir yana, dünya bir yana : Bir kimseye ya da şeye aşı­rı ölçüde değer verildiği zaman kullanılır.
Bir yastığa baş koymak : (Bir erkek bir kadın) Evlj olmak, hayatını ev­li olarak sürdürmek.
Bir yaşına daha girmek : Şaşılacak yepyeni bir durumla karşılaşmak.
Bir yerde : Belli bir aşamada, belli bir noktada, bir bakıma.
Bir yığın : Birçok, pekçok, çok miktarda.
Bir yolunu bulmak : Amaca ulaştıracak çareyi, fırsatı, İmkânı bulmak.
Bir zamanlar (zaman) : Vaktiyle, eskiden, geçmiş zamanda.
Bitkin düşmek : Çok yorulmak ; halsiz düşmek.
Boca etmek (bir şeyi) : Onu birdenbire ters çevirip içindekileri boşalt­mak.
Boğaz boğaza gelmek : Kavga etmek; gırtlak gırtlağa gelmek.
Boğazı kurumak :,Çok konuştuğu için su içmek gereksinmesini duy­mak; damağı kurumak.
Boğazına basmak : Birini bir işi yapması için zorlamak; gırtlağına basmak.
Boğazına dizilmek (boğazından geçmemek) : İştahsızlık vb. neden­lerle yemeğin tadına varamamak.
Boğazına düğümlenmek ; Heyecan, korku, vb. yüzünden söyleyecek­lerini söylememek.
Boğazına düşkün : Yemeği ve içmeyi çok seven (kimse); gırtlağına düşkün.
Boğazına kadar borca girmek: Çok borçlanmak ; gırtlağına kadar borca girmek.
Boğazına sarılmak : Kavgaya girişmek, peşini bırakmamak; gırtlağı­na sarılmak.
Boğazından kesmek: Para arttırmak için yiyeceğinden kısıntı yap­mak; gırtlağından kesmek.
Boğaz kavgası: Geçimini sağlamak için uğraşma.
Boğaz tokluğuna (çalışmak) : Sadece karnını doyurma karşılığında (çalışmak).
Boğuntuya gelmek : Aldatılmak, kandırılmak
Boğuntuya getirmek : Şaşırtma yoluyla birisine yüksek fiyatla mal sat­mak ya da düşünmesine fırsat vermeden bir şeyi kabul ettirmek.
Bohçasını koltuğuna vermek : Kovmak, defetmek, işine son vermek.
Bok atmak (bulaştırmak, sürmek) (bir şeye, birine) : Ona iftira et­mek (Kars. Kara çalmak.)
Bok etmek (bir şeyi*) : Onu bozmak, berbat etmek.
Bokluğu çıkmak: Bozuk, kötü, kirli yönü ortaya çıkmak.
Bokluk etmek : Kötü davranmak, bir işi kötü duruma getirmek.
Boku bokuna : Bir hiç uğruna; boşu boşuna, yok yere.
Bokunda boncuk bulmak : Birine layık olmadığı değeri ve önemi ver­mek.
Bokun soyu : Kızılan, nefret edilen (kimse ya da şey).
Bok yemek düşer (birine) : “O küstahlık etmesin, bu işe karışmasın.” anlamında.
Bok yemenin Arapçası: Densizliğin, küstahlığın en büyüğü.
Bok yoluna gitmek : Bir hiç uğruna yaşamını yitirmek. Bol keseden : Ölçüsüz olarak.
Bol keseden atmak : Yerine getirilmesi güç vaatler bulunmak.
Bombardıman etmek (birini) : Bir kimseye ağır sözler söylemek. Borca batmak: Borcu çok olmak. Borca girmek ;* Borçlanmak.
Borç bilmek (bir şeyi): Bir şeyi yapmayı, kendisi için zorunlu bir gö­rev olarak kabul etmek.
Borç bini aşmak (borç gırtlağa çıkmak): Borç, ödemesi güç bir du­ruma gelmek.
Borç harç : Borçlanarak, borca girerek.
Borçsuz harçsız : Hiç borca girmeden.
Boru mu (bu)? (boru değil) : “Küçümsenecek, önem verilmeyecek şey değil.” anlamında.
Borusunu çalmak (birinin): Çıkar sağlanan kimsenin hoşuna gide­cek, düşüncelerine uygun düşecek davranışlarda bulunmak.
Borusu ötmek: Nüfuzu olmak, sözü dinlenmek, sözü geçmek.
Bostan korkuluğu : Görevini yapmayan, etrafına sözünü geçiremeyen kimse.
Boşa çıkmak : Gerçekleşememek, sonuç vermemek; boş çıkmak.
Boşa gitmek: Hiçbir işe yaramadan yok olmak; havaya gitmek.
Boşa koysam dolmaz, doluya koysam almaz: ‘Hiç bir çözüm yolu bulamıyorum.” anlamında.
Boş atıp dolu tutmak (vurmak): -1. Umutsuz gibi görünen bir işten olumlu sonuç almak. -2. Doğruluğuna inanmadan söylenilen söz ger­çek çıkmak.
Boş bulunmak : Dikkatsiz ve dalgın bir durumda bulunmak.
Boş çıkmak : (Umut edilen şey) Gerçekleşememek; boşa çıkmak.
Boş gezenin boş kalfası: İşsiz güçsüz dolaşan kimse için kullanılır.
Boşta kalmak (boşta gezmek); İşsiz güçsüz kalmak.
Boşu boşuna : Hiç gereği yokken, hiçbir kazanç sağlamadan; boş ye­re.
Boş vermek (bir şeye, birine) : Ona önem vermemek, aldırmamak.
Boş yere : Boşuna, gereksiz yere; boşu boşuna.
Boyacı küpü değil ki (hemen daldırıp çıkarasın) : “Bu iş o kadar ko-x lay ve çabuk yapılamaz, belli bir emek ve zamana ihtiyaa vardır.” an­lamında.
Boy atmak (boya çekmek): (Çocuk, için) Boyu uzamak, boylanmak.
Boy göstermek : Gösteriş olsun diye ortalıkta görünmek.
Boy bos (pos) : İnsanın boy açısından görünümü.
Boylu boslu (poslu): Boyu uzun, gösterişti; yakışıklı (kimse).
Boylu boyunca : Bütün boyu ile, boyu uzunluğunca.
Boynu bükük : -1. Acınacak, zavallı kimse İçin söylenir. -2. Acınacak, yardım bekler bir durumda.
Boynu eğri: Bir kimsenin İstediğini yerine getirmek durumunda olan, bu isteği borç bilen.
Boynu kopsun (boynu altında kalsın) : “Ölsün, gebersin” anlamında beddua.
Boynum kıldan ince : “Haksız olduğum anlaşılırsa, verilecek her ceza­ya boyun eğeceğim.” anlamında.
Boynunu bükmek : Kendisine aandirıa davranışta bulunmak.,
Boynunun borcu : Bir kişinin yapmak zorunda olduğu iş.
Boynuz isterken kulaktan olmak : Daha iyi bir şey elde etmek ister­ken elindekini de yitirmek.
Boynuz takmak (dikmek) (birine) : Kadın başka bir erkekle ilişki kura­rak kocasını aldatmak.
Boy Ölçüşmek (biriyle) (bir şeyle) : Yeterliğini,, üstünlüğünü göster­mek için onunla yarışmak.
Boy pos : bk. Boy bos.
Boyu boyuna, huyu huyuna uymak : Birbiriyle denk, uyumlu olmak.
Boyu (boyu boşu) devrilsin : “ölsün.” anlamında beddua.
Boyundan büyük işlere karışmak: Başaramayacağı işlere kalkışmak.
Boyunduruk aftına girmek: Başkasının (başka bir devletin) baskı ve buyruğu altında yaşamak.
Boyun eğmek: Güçlü birinin isteğini zorla ya da istemeyerek kabul et­mek.
Boyunun ölçüsünü olmak : Giriştiği bir işte başarısızlığa uğrayıp bece­riksizliğini ya da yetersizliğini anlamak.
Boy vermek: -1. {İnsan İçin) Suyun derinliğini boyu ile ölçmek. -2. (Bitki için) Gelişmek, uzamak.
Bozguna uğramak (bozgun vermek, bozgun yemek) : Bir karşılaş­mada, savaşta yenilip perişan bir duruma düşmek.
Bozuk çalmak: Sinirli, canı sıkkın olduğunu davranışlarıyla göstermek.
Bozuk para gibi harcamak (birini): Bir kimsenin değerini sıfıra indir­mek, onu başkalarının yanında küçük düşürmek.
Bozum olmak : Utanacak duruma düşmek (Kars. Küçük düşmek.)
Bozuntuya vermemek : Olup bitenleri anlamamış, görmemiş, söyle­nenleri duymamış gibi davranmak, durumu İdare etmek.
Böylesine can kurban : “Benzerlerine oranla daha iyi, daha güzel olanlar için her türlü fedakârlığa katlanır.” anlamında.
8u aptestle çok namaz kılınır: “Küçümsenen bu tutumla, inanışla ya da araçla işler daha çok yürütülür.” anlamında.
Bucak bucak aramak (birini) : Onu her yerde aramak.
Bucak bucak kaçmak (saklanmak) (birinden, bir şeyden): Onunla
karşılaşmaktan sakınmak.
Bu gidişle : Bu biçimle, bu tempoyla.
Bu gözle : Bu anlayışla.
Bugünden tezi yok : Hemen şimdi, ilk fırsatta.
Bugüne bugün : Bugünkü ölçülere, değerlendirmelere göre.
Bugünlük yarınlık : Pek yakında olması beklenen şeyler için kullanılır.
Bugün yarın : Bir iki gün İçinde.
Bulanık suda balık avlamak: Karışık bir durumdan yararlanıp çıkar sağlamaya bakmak.
Bulantı vermek (bir şey birine) : O şey onu kusacak duruma getir­mek, midesini bulandırmak.
Buldukça bunamak: Bulduğuna şükretmemek, daha çoğunu İste­mek.
Buldumcuk olmak: Eline geçen bir şeyden ötürü fazlaca sevinmek.
Bulunmaz Hint (Bursa) kumaş1! mı? : ‘Az bulunur, çok değerli bir şey ya da kimse değil ya!” anlamında alay yollu söylenir.
Bulup buluşturmak: Ne yapıp yapıp bulmak, büyük bir çaba sonucu sağlamak.
Bulut gibi: -1. (Sinek vb için) Yoğun. -2. Aşın ölçüde (sarhoş).
Buluttan nem kapmak : En küçük bir, şeyden bile alınmak, çok alın­gan olmak.
Bundan böyle : Bundan sonra.
Bundan iyisi can sağlığı: “Bundan daha iyisi olamaz.1 anlamında.
Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu : “Sözleri ve davranışları birbirini tutmuyor.” anlamında.
Bununla birlikte (beraber): -1. Buna bağlı olarak. -2. Şu da var ki, ay­rıca.
Burnu bile kanamamak : Büyük bir kazayı herhangi bir yara bere al­madan atlatmak.
Burnu büyümek : Kendini büyük biri olarak görmeye başlamak; baş­kalarını beğenmemek.
Burnu havada (burnu büyük, burnu Kaf dağında): Kibirli, herkese yukarıdan bakan kimse için söylenir.
Burnuna barut kokusu gelmek : bk. Barut kokusu gelmek.
Burnundan (fitil fitil) gelmek : Elde ettiği güzel bir şey, sonradan olan tatsızlıklar nedeniyle kendisine zehir olmak; ağzından burnundan gelmek.
Burnundan getirmek: Birini bir şeyi yaptığına yapacağına pişman et­mek; ağzından burnundan getirmek.
Burnundan kıl aldırmamak: Kendisine hiçbir söz söyletmemek, huy­suz ve gururlu olmak, eleştiriye tahammülü olmamak.
Burnundan solumak : Çok öfkelenmek, sinirlenmek.
Burnunda tütmek (bir şey, yer, kimse) : Onu çok özlemek, istemek, aramak; gözünde tütmek.
Burnunu kırmak : Kİrbirii bir kimseyi güç duruma sokup, artık büyükle-nemez duruma getirmek.
Burnunun dikine (doğrusuna) gitmek : Başkalarının öğütlerine kulak asmayıp kendi bildiği gibi davranmak.
Burnunun direği kırılmak : Pis koku yüzünden rahatsız olmak
Burnunun direği sızlamak: Çok üzülmek.
Burnunun ucunu görmemek : Sarhoşluk, dalgınlık nedeniyle basaca­ğı yeri görememek.
Burnunu sokmak (bir şeye) : Kendisini ilgilendirmeyen işe karışmak.
Burnu sürtülmek : Zorunlu, yorucu olaylar yaşamak, zorunluklan öğ­renmek bunlardan ders almak.
Burnu yere düşse almaz: Kendini beğenmiş, kibirli kimse için söyle­nir.
Burun buruna gelmek (biriyle, bir şeyle) : Onunla beklenmedik bir anda karşılaşmak (Kars. Yüz yüze gelmek.)
Burun kıvırmak (bir şeye): Onu beğenmemek, küçümsemek.
Bu yakınlarda : Oldukça yakın bir zamanda, bir yerde.
Buyur etmek (birini) : Konuğu “buyurun” diyerek içeri almak ya da sofraya çağırmak.
Buyurun cenaze namazına : “Bir terslik oldu, artık yapılacak bir şey yok.” anlımanda.
Buzdolabına koymak (bir şeyi): Bir sorunun çözümünü ileri ki bir tari­he bırakmak. (Kars. Askıya almak.)
Buz kesilmek : Üzücü bir olay karşısında donup kalmak.
Buz kesmek: -1. Çok üşümek. -2. Hava çok soğumak.
Buz üstüne yazı yazmak : Süresi ve etkisi pek az olan bir iş yapmak, sözleri etkisiz kalmak.
Bülbül gibi konuşmak (okumak) : Kolaylıkla konuşmak (okumak).
Bülbül gibi söylemek (bir şeyi): Hiçbir şeyi saklamadan, herşeyi soy lemek.
Bütün bütüne : Büsbütün, tamamıyla, tamamen.
Büyük apdest : İnsan dışkısı, kaka.
Büyük aptesi gelmek : Kaka (dışkı) yapmak gereksinmesi duymak.
Büyük görmek (birini, kendini) : Birini ya da kendini yüceltmek, oldu­ğundan üstün tutmak.
Büyük oynamak : -1. Büyük para ile kumar oynamak. -2. Bir işe riskle­rini, zararlarını göze alarak girişmek.
Büyük (laf, söz) söylemek : Yapıp yapamıyacağı belli olmayan bir iş konusunda kesin konuşarak övünmek.
Büyümüş de küçülmüş : Konuşmaları, davranışları büyüklere benze­yen çocuk için söylenir.

Diğer Harfler

A, B, Ç-C, D, E, F, G, H, I-İ, J, K, L, M, N, O-Ö, P, R, S-Ş, T, U-Ü, V, Y, Z

Etiketler:

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış.

Yorum Yaz

Şu Sayfamız Çok Beğenildi
Nazım (Manzume)