YAĞMUR YAĞDIRAN KEDİ

2 Mayıs 2008 tarihinde tarafından eklendi.

YAĞMUR YAĞDIRAN KEDİ

 

Yağmur Yağdıran Kedinin Ayağı:

 

Alfonso isimli büyük kediyi, akşamüzeri, ayağını kulağının üzerinden geçirirken görünce, “Yağmur yağacak.” dediler. Gerçek­ten de, bir gün sonra gün boyu yağmur yağdı. Büyükler tarlaya çalışmaya gidemedikleri için Öfkeliydiler. Oynayan çocuklara bakıp bakıp söyleniyorlardı. Kediye de kızıyorlardı: “Ambarlarda fareler cirit atıyor, bu burada yan gelmiş yatıyor.” diyorlardı.
Çocuklar oyun oynarken, yüzyıllık çini tabağı kırdılar. Aile­leri onlara oyun oynamayı, yemek yemeyi yasakladıkları gibi, yarın yağmur yağmazsa, yaşlı Melina teyzeye bir kavanoz reçel götüreceklerini de eklediler.
Alfonso bulunduğu yerden: “Bir tabak için bu kadar ceza çok.” dedi. Büyükler, “Hep aynısınız, birbirinizi tutuyorsunuz.” deyince, Alfonso’da “Şayet böyle konuşursanız, ben de giderim.” deyip, pence­reden dışarı çıktı. Çocuklar, yağmur yağdıran kediyi odunlukta buldular. Kediye, “Alfonso, sen yağmur yağdırırsan Melİna teyzeye gitmeyiz.” dediler. Alfonso kabul etti ve elini kulağının arkasından belki elli defa geçirdi ve “Yarın öyle bir yağmur yağacak ki, köpekler bile dışarâa kalamayacak.” dedi.
Akşam yemeğinde büyükler hep Melina teyzeyi konuştular. Çocuklar ise kendi aralarında kıs kıs gülüyorlardı.
Ertesi gün şiddetli bir yağmur yağdığı için, kızları Melina teyzeye gönderemediler. Bir gün sonra yine aynı şekilde… Bunun üzerine, büyükler işi inada bindirdiler. Bu arada, tembelliğini bahane ederek, Alfonso’yu terlik ve süpürge ile bir güzel dövdü­ler.
O da, “Kedilik onurum üzerine söz veriyorum ki, buna pişman olacaksınız.” dedi.
Tam sekiz gün yağmur yağdı. Halen de yağmaya devam ediyordu. Büyükler baktılar ki başka çare yok, yağmura rağmen işlerini yapmaya koyuldular. İstasyona patates götürmek için çuvalları hazırladılar. Çocuklardan Marinet’le Deflin, büyüklerin bir başka çuval daha hazırladıklarını ve Alfonso’ya manalı manalı
baktıklarını görünce kuşkuya kapıldılar. Hele hele iki kiloluk bir taşı da çuvalın yanında görünce, o zaman işi anladılar. Büyüklerin niyeti Alfonso’dan kurtulmaktı. Nitekim, Alfonso’yu yakalayıp, çuvalın içine koydular ve ağzını bağladılar. “Madem ki devamlı yağmur yağdırıyor, suyu bu kadar çok seviyorsun, o zaman ömür boyu suyun içinde kalacaksın.” diyorlardı. Çocuklar, ağlayıp sızladılar, ancak büyükleri kararlarından vazgeçiremediler. Bu arada, saat sekiz olduğu için, trene gecikeceklerinden, büyükler çuvalı öyle bırakıp, “Biz gelinceye kadar, ağzını açmak yok. Yoksa ölünceye kadar Melina Teyze’nin yanında kalırsınız.” deyip gittiler.
Çocuklar hemen çuvalın ağzım açtılar. Alfonso, çocukların kendisi için gösterdikleri bu sevgiden dolayı mutluydu. Ancak, onların daha fazla eziyet görmesini de istemiyordu. Bu nedenle, tekrar çuvalın içine girdi.
Çocuklar bunun üzerine, çiftlikteki bütün hayvanlara akıl danışmaya gittiler. Alfonso’da yanlarındaydı. Horoz hariç, bütün hayvanlar Alfonso’nun kurtulması için düşüncelerini söylüyorlardı. Bu arada vakit öğlene yaklaşmış, büyüklerin gel­mesi yaklaşmıştı. Alfonso ise kaybolmuştu.
Biraz sonra, Alfonso ağzında bir fare ile geldi ve fareyi çuva­lın içine koydu. Hep birlikte fareye, “Alfonso canını bağışladı. An­cak, sen de çuvalın içindeki kütüğün üzerinde devamlı yürüyeceksin ki, seni Alfonso zannetsinler. Tam dereye atılacağın sırada köpek havlamaya başlayacak ve sende çuvalın dibinde bıraktığımız küçük deliği büyütüp kaçacaksın.” dediler. Fare kabul etti.
Büyükler geldiler, çuvalın altındaki dolapta da Alfonso var­dı. Bir süre büyüklere kafa tuttuktan sonra, onları kızdırdı ve onlarda çuvala terliklerle vurmaya başladılar. Ses kesilmişti. Bir yığın konuşmadan sonra, torbayı alıp gittiler. Fare başarıyla kaçtı ve ambarda çocukların yanına geldi. Tabii, Alfonso da oradaydı.
Büyükler döndüklerinde, çocukların neşe işinde sofrayı ha­zırladıklarını görünce işkillendiler. Bu sefer de büyükler, Alfonso için üzülmeye, çocukları da neşeli oldukları için eleştirmeye baş­ladılar. Hatta gözyaşları bile döktüler.
Ertesi gün, hava günlük güneşlik olduğu için, her şeyi unu­tup, işlerine daldılar. Küçükler ise her fırsatta Alfonso’nun yanına gidip, onunla oynuyorlardı. Böylece, aradan on beş gün geçti. Bir ara Horoz Alfonso’yu gördüğünü söyledi. Büyükler, kafayı yedi­ğini sanarak onun yenmesi gerektiğine karar verip, kesip yediler.
Neredeyse iki aydır hiç yağmur yağmıyordu. Büyükler ku­raklıktan dolayı büyük endişeye kapıldılar. Bir hafta daha yağmur yağmasa, her şey yanıp kavrulacaktı. “Ah Alfonso, ah! Neredesin?” demeye başladılar.
Bir gün sabah, çocukları kaldırmak İçin odaya girdiklerinde, yatağın altından Alfonso’nun kuyruğunu görünce, çocuklar da her şeyi anlatmak zorunda kaldılar. Büyüklere de bu saatten son­ra kabullenmek kalıyordu.
Ertesi gün, çok güzel bir yağmur yağdı. Artık, her taraf yeni­den yeşillenecek, tarlalar susuzluktan çatlamayacaktı.

 

Kara Horoz:

 

Deflin ile Marinet, okula giderlerken yolları üzerinde bir Ka­ra Horoz gördüler. Horoz, onlarla konuşmak istememesine rağ­men, ısrarla konuşmaya çalıştılar. Sonuçta, horoz üç gece üst üste kümeste kendisini yemek için gelen tilki ile hesaplaşmak için ormana gittiğini söyledi. Çocuklar, okulu unutmuşlar, Horoz’la birlikte gitmeye karar vermişlerdi. Horoz’un yiğitliğini görmek istiyorlardı. Horoz da iki de bir duruyor, Tilki’yi görünce ne ya­pacağı konusunda el kol hareketleri ile karışık gösteriler yapıyor­du. Fakat ormana yaklaştıkça, ayakları geri geri gitmeye başladı. Bahaneler üreterek bu işten vazgeçmeye çalışıyorsa da, çocuklar kararlıydılar. Ancak, ormanın yanına gelince Horoz, “Ben burdan şu Tilki’yi bir gözetleyeyim hele ne yapıyor?” diyerek, çocukların da yardımıyla, akasya ağacının tepesine çıktı. Çocuklar da yollarına devam ettiler.
Beş dakika sonra, güzel çilek ağaçlarını görünce kendilerin­den geçtikleri için, yanlarına yaklaşan tilkiyi görmediler. Tilki, sevecen bir şekilde, “Bakıyorum okulu asmışsınız, bari üstünüzü kirletmeyin de anneniz kızmasın.” dedi. Bir süre sohbet ettikten son­ra, Tilki çocuklara veda ederek, ormanın çıkışına doğru yürüdü. Çocuklar, “Gitmeyin, orada hesabınızı görmek için ve hızla ormanın girişine doğru koştu. Horozu ağaçta görünce, altına yanaşıp onunla konuşmaya başladı. Niyeti, horozu yemek­ti. Ama daha sonra aklına başka bir fikir geldi ve horozu kandır­maya başladı. Onun diğer arkadaşlarının kurtarıcısı olduğunu, efendilerinin çok acımasız olduklarını ve sürekli onları yedikleri­ni, oysa ormanda onların sağladığından daha çok yemek olduğu­nu söyleyerek arkadaşlarının hepsini toplamasını ve hep beraber ormana kaçmalarını öğütledi.
O sırada yanlarına gelen çocukları da kurnazlığıyla kandırıp, bu düşüncenin doğru olduğuna ikna etmiş ve kısa sürede köydeki tüm tavuklar ve horozlar ormana toplanmışlardı. Tilki, bunları büyük bir sevecenlikle karşıladı.
Zaman geçtikçe, aralarından bir ikisi eksilmeye başlamıştı. Bu arada tilki de bayağı semiz hale gelmişti.
Kara horoz bu durumdan şüphelenmeye başlamıştı. Ziyare­tine gelen Deflin ve Marinet’e de bir şey söyleyemiyordu. Ama bir gün, tilki gelen arkadaşlarına ziyafet çekmek için on iki hayvanı birden yok edince, Belfin ve Marinet geldiklerinde Kara Horoz’u gözyaşları içinde buldular. Hemen, kalan bütün arkadaşları ile birlikte çiftliğe dönmesini söylediler. Bu arada konuşmaları dinle­yen tilki ve iki arkadaşı çocuklara saldırdılar. Ancak, çok yemek yedikleri İçin ağırlaştıklarından çocukları yakalayamadılar. Ço­cuklar da çiftliğe varıp durumu anlattılar. Büyükler gelip hayvan­ları kurtardılar. Kara Horoz ise, maalesef tilkinin pençesi ile öl­müştü.

 

Tavus Kuşu:

 

Deflin ile Marinet’in teyzelerinin kızı Flora birkaç günlüğüne yanlarına gezmeye gelmişti. Kızın ayakkabıları topuklu, elbiseleri rengarenk idi. Üstelik kolunda saati bile vardı. Onlar ise tahta terliklerle dolaşıyorlardı. Bir gün cesaret edip, büyüklerine giysi­lerini ve tahta terliklerini beğenmediklerini açıkladılarsa da, gös­terilen tepki üzerine fazla konuşamadılar. Ancak, o günden sonra da, sürekli kendilerini süzmeye, ayna önüne kaşlarına gözlerine bakmaya başladılar. Onların bu güzellik sevdaları, çiftlikteki hay­vanlara da bulaşmış, artık horoz, kaz, domuz birbirleri ile atışır ve çekişir olmuşlardı. Birbirlerine, “Boynu kısa”, “Kuyruğu uzun” gibi laflar ediyorlardı. Bir gün, tavuskuşu da bu tartışmalara katıldı. “Asıl güzel benim.” dercesine, pozdan poza girerek, etraflarında döndü. Hepsi de güzelliğine hayran kalmışlardı.
Sonra tavus kuşu, bu güzelliği elde etmek için ne kadar fe­dakârlıklara katlandığını anlattı. “Annem, sürekli olarak, ‘Şunu yeme’, ‘Bunu İçme’, ‘Buradan geçme’ diye beni uyarıyordu.” dedi. Sonra da güzel olmak için, uymaları gereken kuralları ve beslen­me düzenini anlattı.
Ertesi gün, büyükler her zamanki gibi, hayvanların yemlerini koyarken, hayvanlar hep birlikte, tavus kuşunun beslenme Öneri­lerine uygun olarak, “Birer yeşil elma çekirdeğiyle, birer bardak duru su isteriz.” dediler. Bu arada, çocuklar da bir şey yemeden okula gidince, büyükler iyice şaşırdılar. Masanın üzerinde ortadan ikiye ayrılmış ve çekirdekleri alınmış bir yeşil elma görmeleri şaşkınlıklarını ikiye katladı.
Ancak, ikinci gün, tavuskuşunun önerdiği yemek cinsleri ve miktarları karınlarını doyurmayınca, hayvanların büyük çoğun­luğu, tekrar eski beslenmelerine döndüler. Sadece horoz ve des­tekçileri tavuklar birkaç gün daha dayandılar. En sonunda, horoz açlıktan bayılıverdi. Bunun üzerine sahipleri kesmeye karar ve­rince bir canlandı, bir yemeye başladı ki, görmeye değer. Direnen bir tek domuz kalmıştı. Onu da tüyleri ve sorgucu çıktığına ikna ederek, yemek yemesini sağladılar. Çünkü domuz başka türlü yemek yemeye niyetli değildi. Kendinin günden güne güzelleşti­ğini sanıyor ve diğer hayvanların onu kıskandığını öne sürerek onları suçluyordu. Günden güne aklını kaybetmiş ve kendini tavus kuşu gibi olduğuna inandırmıştı. Çocuklar, domuzdaki bu olumsuz gelişmeleri görünce, tavus kuşunun önerilerini uygula­maktan vazgeçtiler.

Etiketler:

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış.

Yorum Yaz

Şu Sayfamız Çok Beğenildi
Didaktik Şiir