YENİDEN BAHAR OLSA – SEVİNÇ ÇOKUM

10 Mayıs 2025 tarihinde tarafından eklendi.

Metin, Sevinç Çokum’un “Yeniden Bahar Olsa” adlı hikayesini sunmaktadır. Hikaye, yaşlı bir kadının anılarıyla günümüz gerçekliğini harmanlayarak, geçmişteki mutlu anlar ile savaşın getirdiği zorluklar, eşinin hastalığı ve oğlunun talihsiz kaderi gibi acı tecrübelerini konu alır. Yazar, yaşlı kadının penceresinden dış dünyaya ve iç dünyasına bakışını kullanarak yalnızlığını ve hayata dair karmaşık duygularını yansıtır. Hikaye, bürokrasiye yönelik sosyal eleştiriyi de içerirken, doğa ve şiirsel unsurlarla acı gerçekliği dengelemeye çalışır.

YENİDEN BAHAR OLSA – SEVİNÇ ÇOKUM
Yaşlı kadın, kımıltısız başını bir düşten çekip aldı. Tekir kedi, odanın ortasında tüylerini parlatıyordu. Ansızın durup keskin ve sert bir bakış yolladı kadına. Sonra kulaklarını arkaya doğru dikleştirip ortalığı dinledi. Yukarıda birisi yürüyordu. Ayak sesleri kesilince kedinin bakışları yumuşadı, halıyı eşeledi. Kadın yine pencereye çevirdi başını. Dumanlı bir rengin içinden gelip geçeni kucaklayan bakışlarında bir çocuk şaşkınlığı vardı. Yoğurtçunun çıngırağı, bir arabanın camları sarsıp geçişi ona yaşadığını duyurdu. Yukarı katın pencerelerinden biri açıldı. Yeni kiracısı Selma bakkala seslendi. Yaşlı kadın, onun yorgun sesinde yakın bir doğumun ürkekliğini sezdi. “İyi ki anacığı geldi yanına.” diye söylendi. “Eh! Bugün yarın doğurur taze.” Bir sepet indi aşağıya. Kedi, kadının oturduğu divana sıçradı. İpin kımıltısını, az sonra bakkalın makarna, çamaşır tozu, ekmek koyduğu sepetin yukarıya çıkışını yaşlı kadınla birlikte izledi.

Yeniden bahar olsa. Komşuların sıcak gülüşüyle aydınlansa odalar. Arka bahçede çiçeklerin arasında bir türkü söylese. İsmail Efendi domatesleri, biberleri, gülleri gözden geçirse ortancaların yanına bir iskemle atıp gölgeli serinlikler içinde sabah kahvesini içse…
Yaşlı kadının bahçeyle uğraşacak gücü kalmamıştı artık. Selma’nın sinemalarda yer göstericilik yapan kocası, bu eve ilk geldiği gün “Ben bahçeye bakarım teyze” demişti. “Ortanca, gül, hanımeli dikerim.

Duvara da sarmaşık yürütürüm.”
Ortalığa baharın kokusu yayılmıştı bile. Havada bir başka aydınlık, bir başka esinti vardı. Yaşlı kadın, Selma’nın doğacak çocuğunu düşündü. Elini, sarışın bir başı okşamak için uzattı. Uzun çenesi titredi, pencere bulutlandı. Güçsüz yumruğuyla birkaç kere dizine vurdu. Kedi, ağır bir yürüyüşle mutfağa doğru gidiyordu. Yukarı katın bahçeye bakan odasında oğlunu doğurduğu gün, gözünün önünden geçti.
Yüreğinde gençliğinden kımıltılar oldu, yüzü pembeleşti.

Salkımlar mı, leylaklar mı açmıştı ne? Morumsu, güzel kokulu bir gündü. Bahçedeki bahar pencereden görünüyordu. Çocuk doğarken pencere buğulandı. İri damlalar yuvarlanmaya başladı camdan.

Bahçe görünmez oldu. Odada ebenin ve iki komşu kadının konuşmalarını karanlık ve çok soğuk bir boşluktan duyuyordu. Komşulardan biri eğilip yüzünü bir mendille kuruladıktan sonra yağmur dindi.

Pencere aydınlandı. Bir çocuk ağlaması, yeniden başlattı hayatı. Ebe kadın, komşulara dönüp:
— Hadi bakalım, dedi, bir kahve pişirin de aklım başıma gelsin.
Bebeği kundaklayıp yanına yatırmışlardı. Kadın, onun düzenli soluklarına sokulup ılık bir uykuya daldı. Bir ara kapının tıkırtısıyla uyandı. İsmail Efendi’nin kapı aralığından içeriye uzanmış başını gördü. Tanımadan, sevmeden evlendiği bu adama karşı o anda başladı sevgisi. İsmail Efendi kundaklı bebeğin saflığıyla bakıyordu kapıdan. Onlar hep bir bahar esintisi içinde yaşayacaklarını sanmışlardı.

Sızlayan bacaklarını kımıldattı. Yanağındaki bir sineği eliyle kovdu. Sinek, yine gelip başındaki ak örtüye kondu. Doğrulup pencereyi açtı. Ağrılarını dindirmek için bir ağrı kesici yuttu. Suyla ıslanan ağzının kenarlarını parmaklarıyla sildi. Çenesi iki yana doğru gitti, geldi.
İsmail Efendi şu eski zaman küplerinden yapardı. Dünyada savaş başladığı zaman küplerin sırrı için gereken malzemeyi bulamaz olmuştu. Yavaş yavaş gözlerdeki gülümseme silindi. Artık ebelere, komşulara sunulacak kadar kahveleri de yoktu mutfaklarında. Dünyaya gelen bebekler sarı, solgun yüzlüydü. Savaş bittikten sonra İsmail Efendi yatağa düştü. O sıcak yaz gününü hatırladı yaşlı kadın.
Oğlu o sıralarda on yedi yaşındaydı. Babasını sırtına almış, hastanenin merdivenlerini çıkıyordu ağır ağır. Ana, arkadan telaşla onları izliyordu. Hastanın durumu gözden geçirildikten sonra başhekim boş yatak bulunmadığını, bir hafta sonra yeniden gelmelerini söylemişti. Döndüklerinde kadın söyleniyordu kendi kendine: “Bir hastaya böyle mi davranılır? Koca hastahanede, hasta taşımak için bir sedye bulunmaz mı?”

Bir hafta sonra, Başhekimin odasına saygının eğikliği içinde girdiler. Başhekim, okuduğu gazeteden başını kaldırıp sıkıntıyla baktı onlara. Kadın çekingen ve pürüzlü bir sesle:
— Hastayı getirdik Başhekim Bey, dedi. Bugün için yatıracağınızı söylemiştiniz.
Başhekim sonra ayağa kalkıp oğluna dayanmış duran İsmail Efendi’yi baştan aşağıya süzdü.
— Boş yatak… Henüz yok. Birkaç gün sonra uğrarsanız…

Sözün gerisini duymadılar. İsmail Efendi, içini çekip açık pencereden görünen mavi göğe çevirdi
gözlerini. Oğlan, üzgün bakışlarını annesinin kızaran yüzüne dikti. Kadın, başhekimin pırıl pırıl masasına,
vazodaki beyaz karanfillerin ince görünümlerine, sonra adamın dimdik boynundaki kravata baktı. İki
büyük adımla yaklaştı, ansızın elini kaldırıp kravatı yakaladı.
— Seni gidi seni… Bir hastayı geri çevirirsin ha!
Kadını göğsünden iteledi.
— Deli misin kadın? Bırak yakamı!

Yakasının ilk düğmesi koptu. Kravatı kadının elinde kaldı. İsmail Efendi güçsüz sesiyle bağırdı:
— Hanım, bırak yakasını adamın! Allah’ından bulsun, bırak!
Bunlar itişip kakışırken içeriye iki genç doktorla bir hemşire girdi. Kadını tutup bir kenara çektiler.
Başhekim:
— Çıksınlar dışarıya diye soludu. Yıkılsınlar karşımdan. Kahve getirin bana. Kahve getirin!
Hemşire eğilip halının üzerindeki pipoyu aldı. Ayağıyla göz büyüklüğündeki yanığa bastı. Anlayışlı bir yumuşaklıkla yaklaşıp kadının kolunu tuttu. Kadın ağlayarak yığıldı hemşirenin kollarına. Sonra üçü de bitkin ve yenik, kapının dışında buldular kendilerini. Başhekimin kapısı arada bir açılıp kapandı. Olayı işiten doktorlar soluğu orada aldılar. Oğlan, babasını koridorun ucuna kadar yürüttü. Bir
hademenin verdiği iskemleye oturttu. Ana, başhekimin kapısının karşısındaki duvara yaslanmış, başör
tüsünün ucuyla gözyaşlarını siler dururdu. Bir ara o güzel bakışlı hemşire yanına sokulup yavaşça:
— Hastanız için yatak hazırlanacak, dedi. Yalnız, başhekim özür dilemenizi istiyor.

— Ah ben nasıl yaparım bunu? Nasıl yaparım?
Yüreği bir isyanla kabararak başhekimin kapısına yaklaştı. Durdu. Vazgeçip dönmek istedi. Yum
ruğunu sıktı. Uzatıp hafifçe dokundurdu kapıya. İçeriden bir kükreme işitmek için bekledi. Çıt yoktu.
Kapıyı aralayıp baktı. Başhekim piposunu dişlerinin arasına sıkıştırmış, tek kaşı yukarıda, kadına değil
de karanfillere bakıyordu. Kadın bir iki adım atıp durdu. Dili ağzının içinde büyümüş gibiydi.
— Hastamı düşünerek… Özür diliyorum.
Ansızın dönüp dışarıya attı kendini.

İsmail Efendi, altına zorla verilen o yatakta on beş gün sonra öldü. Oğlanın bezginliği, durgunluğu o gün
lerde başladı. Kahvelere, (…) gitmezken gider oldu. Babasını, başhekimin ezici bakışlarını unutmadı. Kadın
oğlunun çalışmaya karşı ilgisizliğinden sağa sola yakınıyor; ne yapacağını, ne edeceğini bilemiyordu. Sonunda iş yerini ve yukarı katı kiraya verdi. Oğlanın düzeleceği yoktu. ( … ) Kadın, bunları işittikçe yakılıp yıkılıp diriliyor, kendini bir inançsızlığın içine bırakıveriyordu. Hastahaneye yatırsa alıştığı şeylerin uzaklığına karşı koyamamaktan ya da bakımsızlıktan ölür diye düşünüyordu. Hem hastahaneye yatmak isteyecek miydi?

Yukarı katta bir koşuşma oldu. Kedi mutfaktan doğru gelip kucağına çıktı. Sokulup sevilmeyi bekledi. Sokağın köşesinde bir delikanlı ıslık çalıyordu evlerden birine. Ötede kahvenin müzik dolabında çalınan bir şarkıya genç bağırışlar karışıyordu. Merdivenlerden biri inip kapıyı vurdu. Kedi, fırlayıp kapıya doğru koştu. Yaşlı kadın kalkıp terliklerini sürüye sürüye yürüdü.
Gelen, Selma’nın annesiydi. Soluk soluğa:
— Bizim kız sancılandı, dedi. Gözünü seveyim, sen yukarıya çık da ben bir taksi bulup geleyim.
Gözlerindeki gri dumanın içinde ışıklar belirdi. Başındaki örtüyü düzeltip merdiveni genç bir dikilişle çıktı. Bir zamanlar doğum yaptığı odada şimdi başka genç kadın sancı çekiyordu.

Aralık kapıdan içeriye süzüldü. Selma yatağının ayak ucuna oturmuş, üzerine bir hırka geçirmeye
çalışıyordu. Yaşlı kadın bütün annelerin söylediği gibi:
— Korkma evladım, dedi. Bu bir selli yağmurdur, gelir geçer.
Kapıda bir araba durdu. Selma dudaklarını ısırdı. Yaşlı kadın gözlerini pencereden görünen bahçeye çevirdi. Orada ürkek ve ıslak bir yeşerme gördü

Etiketler:

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış.

Yorum Yaz

Şu Sayfamız Çok Beğenildi
Serbest Ölçü